Rollo May Freedom and Destiny: Özgürlüğün Krizi ve Özgürlüğün Bugünkü Krizi
- Okunduğu Gibi
- 14 saat önce
- 13 dakikada okunur
Bu yazı, Rollo May Freedom and Destiny kitabı üzerine hazırladığım 13 yazılık serinin ilk bölüm değerlendirmesi. Tanıtım yazısında kitabın genel yapısını ve “destiny/yaşamın verili örüntüsü” kavramına bakışımı paylaşmıştım. Şimdi birinci bölüm olan “Özgürlüğün Krizi”ne ve özellikle “Özgürlüğün Bugünkü Krizi”, “Özgürlüğün Emsalsizliği” ve “Özgürlüğün İkiyüzlülüğü” başlıklarına yakından bakacağım.
Bir - Özgürlüğün Krizi
1. Özgürlüğün Bugünkü Krizi
a. Özgürlüğün Emsalsizliği
b Özgürlüğün İkiyüzlülüğü
c. Terapi: İnsanları Özgür Kılmak
Her bir başlıktan birkaç alıntı yaptım. Bu alıntıları kullanarak yorumlarımı ve görüşlerimi aktaracağım. Hem kitabın ne hakkında olduğunu göstermiş hem de ben de oluşan düşünceleri aktarmış olacağım.
Kitaptaki alıntılarla benim yorumum arasında ayrım net olsun diye yorunlarımı farklı renkte yazdım. Koyu mavi olanlar benim yorumlarım olacak. Alıntılarda bazen kırmızı harflere geçtim. Bunları çok daha fazla önemsediğimi göstermek için. Hatta bazen hem kırmızı hem de kalın harfleri tercih ettim. Bu vurgulamalar tamamen bana ait.

Bir - Özgürlüğün Krizi
Özgürlüğün Bugünkü Krizi
Özgürlüğün Emsalsizliği
Kitaptan alıntılarım:
Sayfa: 16
Özgürlük, gelişmenin, yaşamını zenginleştirmenin olasılığıdır; ya da geri çekilmenin, içine kapanmanın, büyümeyi inkâr etmenin ve köreltmenin olasılığıdır.
Sayfa 17:
özgürlük, kendi doğasını aşma kapasitesidir
Sayfa 19:
Özgürlük ile varoluşun bu özdeşliği, her birimizin seçim anında kendini gerçek olarak deneyimlemesiyle kanıtlanır. Bir kişi ‘Yapabilirim’, ‘Seçiyorum’ ya da ‘İstiyorum’ dediğinde, kendi anlamını hisseder; çünkü bir kölenin bu sözleri söylemesi mümkün değildir. Karl Jaspers şöyle yazar:...... ‘Özgür olmak, kendin olmak demektir.’
Değişme olasılığı —ki biz buna özgürlük demiştik— aynı zamanda olduğu gibi kalma kapasitesini de içerir; ancak kişi, değişme olasılığını düşünüp reddettiği için artık aynı kişi değildir. Ayrıca bu değişim, yalnızca değişmek uğruna değişmekle ya da kaçış amacıyla değişmekle karıştırılmamalıdır; birazdan göreceğimiz gibi bunlar bambaşka şeylerdir.”
Benim notum:
Sorunu olan insanlar —ki buna ben de dahilim— genellikle bir şeylerin yolunda gitmediğini bilir ama değişime karşı direniriz. Oysa ben, kendi payıma, ne gerekiyorsa yapmaya hazırım; bedeli neyse ödemeye gönüllüyüm. Fakat çevremdeki birçok insanın değişime gösterdiği direnç gerçekten şaşırtıcı. Kimileri değişmesi gereken şeyleri en baştan göremiyor; kimileri inkâr ediyor; kimileri ise bir şeylerin ters gittiğini hissetse bile başı kopmuş tavuk gibi çaresizce oradan oraya savruluyor.
Sanırım özgürlük sorumluluk getiriyor, belki de mesele tam olarak bu. İnsanlar kendi yaşamlarının sorumluluğunu almak yerine başkalarına öfkelenmeyi, suçu dışarıda aramayı ve böylece yıllarını heba etmeyi tercih ediyorlar. Çünkü bildiklerini sürdürmek kolay; oysa değişim cesaret ister, güç ister. Bilinmeyen topraklara adım atmak çoğu insanı korkutur.
Kişinin kendisi olması neden bu kadar zor? Çünkü çoğu insan kim olduğunu bilmiyor. İçimizdeki öz bastırılmış, köreltilmiş, bir noktada uyuşturulmuş durumda. Kendimize “Ben neyi gerçekten seviyorum? Bana ne iyi geliyor?” gibi basit sorular sorduğumuzda bile cevap bulamıyoruz; çünkü ailemiz, çevremiz veya içine doğduğumuz kültür bize, daha çocukken, kendi olma hakkımızı tanımamış oluyor.
Bu nedenle kolay olması gereken şeyler bile çoğu zaman kapalı bir kasanın ardındaki hazineye dönüşüyor. Hazinenin orada olduğunu biliyoruz ama kasayı açamıyoruz: ya şifreyi bilmiyoruz, ya açmaya korkuyoruz ya da kasanın varlığından bile haberdar değiliz. Bize dayatılan yaşamları tek seçenek sanıyoruz; hatta bazılarımız, zihinleri öylesine biçimlendirilmiş ki gerçekliği çarpık bir şekilde algıladığının bile farkına varamıyor.
Kitaptan alıntı
Sayfa 20:
Serbestlik, (başıboşluk, keyfîlik, License) kaderi (kişinin yaşamındaki yön, anlam, amaç, destiny) olmayan bir özgürlüktür; tıpkı gündüz için gecenin ne kadar gerekli olduğu gibi, gerçek özgürlük için de sınırlar o kadar gereklidir. Göreceğimiz gibi, özgürlük, sınırlarınızla nasıl yüzleştiğinizden, günlük yaşamda kaderinizle nasıl başa çıktığınızdan ibarettir.
Benim yorumum:
“License is freedom without destiny, without the limits that are as essential for authentic freedom as night is to day.” Kitabın 20. sayfasında geçen bu cümle üzerine uzun süre düşündüm; defalarca geri dönüp yeniden okudum. Rollo May’in “license” kelimesiyle neyi kastettiğine birazdan geleceğim, fakat önce “destiny” kavramı üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
May bu cümlede kitabına adını veren “destiny” terimini kullanıyor, ancak kavramı henüz tanımlamadığı için okuyucu açısından ciddi bir belirsizlik yaratıyor. “Destiny” kelimesi Türkçeye genellikle “kader” olarak çevrilir, fakat May’in burada kastettiği anlam dini kader anlayışı değildir. Kavram çok daha geniş ve seküler bir şeyi ifade eder. Uzun bir okuma ve düşünme sürecinden sonra, May’in “destiny” ile işaret ettiği şeyi şöyle anladım:
Destiny, insanın içine doğduğu ve değiştirme gücüne sahip olmadığı yaşam örüntüsüdür. Ailemizi, ülkemizi, kültürümüzü biz seçmeyiz. Genetik yapımızı, bedenimizi, sağlık durumumuzu da belirleyemeyiz. Bunların hepsi bize “verili” olarak gelir ve yaşamımızı bu koşulların içinde sürdürürüz. Yüz binlerce yıllık insanlık tarihinin, biyolojinin, kültürün, toplumsal yapının ve aile dinamiklerinin ürettiği büyük bir örüntünün içine doğarız. Bir toplum içinde yaşarız; kurumlarımız, cinsiyet rolleri, aile yapıları, psikolojik miraslarımız, travmalarımız, sevgi görüp görmememiz, çocuklukta maruz kaldığımız davranışlar… Tüm bunlar bizim kontrolümüz dışındadır. Bunların hiçbirini seçemeyiz ama hepsi yaşamımızın çerçevesini belirler.
Kısacası benim onlarca kelimeyle anlatmaya çalıştığım bu geniş durum, Rollo May tarafından tek bir kelimeyle ifade edilir: destiny.
Gelelim “license” sözcüğüne. Bağlam dışında düşünürsek, sözlükteki temel karşılığı “izin, ruhsat, lisans”tır; yani bir otoritenin bir kişiye belirli bir şeyi yapma hakkı vermesidir. Cümleyi düz bir şekilde çevirirsek “izin/ruhsat, kadersiz özgürlüktür” gibi bir anlam çıkar ki bu doğru değildir.
License kelimesinin daha köklü ve felsefi bir ikinci anlamı vardır. “License” tarihsel olarak (özellikle John Locke, Milton ve klasik İngiliz düşüncesinde) dizginsiz serbestlik, keyfilik, başıboşluk anlamında kullanılır. Bu kavram, “liberty”nin —yani sorumluluk içeren, sınırları olan olgun özgürlüğün— karşıtıdır. Günlük dilde sık duyulmasa da, felsefi literatürde “license”, ahlaki ve toplumsal sınırları reddeden ölçüsüz özgürlük demektir.
Rollo May’in kastettiği de tam olarak budur.
Gerçek özgürlük, insanın kendi doğasını gerçekleştirmesi, yani kendisi olmasıdır. Fakat bu, ancak verili yaşam örüntümüzü —May’in deyişiyle destiny’yi— fark ettiğimizde ve onu kabul ettiğimizde mümkündür. Kendi seçmediğimiz koşulların varlığını görmek, bu koşulların üzerimizdeki etkisini anlamak ve onlarla kavga etmek yerine onları bilinçle sahiplenmek… İşte özgürlük bu noktada başlar.
Alıntı
Sayfa 23
“Buna karşılık, kişisel özgürlük, hangi yönde davranılması gerektiği o anda net olmasa bile, zihninde farklı olasılıkları barındırabilme yetisini içerir. Bu olasılıkların baştan var olması gerekir; aksi takdirde insanın yaşamı sıradan ve tekdüze olur. Psikolojik olarak sağlıklı kişi, böyle durumlarda ortaya çıkan kaygıyla doğrudan yüzleşip onu yönetebilir; oysa nevrotik kişide kaygı er ya da geç özgürlük bilincini engeller ve kişi kendini sanki bir deli gömleği giymiş gibi hisseder. Özgürlük her zaman ‘olasılık’la ilgilidir; işte bu, özgürlüğe hem büyük bir esneklik, hem büyüleyici bir çekicilik hem de tehlike kazandırır.”
Benim yorumum:
Sanırım terapi sırasında sık sık hissettiğim duygunun gerisinde tam olarak bu durum yatıyor. Benim gibi, neyi neden yaptığını kendi başına göremeyen insanların ortak derdi bu olabilir: Kendimi, fark etmeden, kendi yarattığım tek bir olasılığa kapatıyorum. Sanki hayatta benim yürüdüğüm patikadan başka bir yol yokmuş gibi davranıyorum. Oysa asıl soru şu: Ben neden o yolu seçiyorum? Neden huzursuz eden yolu seçip, beni mutlu edecek olanı seçemiyorum? O alternatifi görmemi ya da uygulamamı engelleyen nedir?
Çocukken maruz kaldığım muameleler, bugün hâlâ davranışlarımın ardındaki motivasyonu fark etmemi engelliyor. Sevilmemek, değer verilmemek, aşağılanmak, hor görülmek, güvende hissetmemek, yalnızlık ve çaresizlik… O kadar yoğun deneyimler yaşamışım ki, bugün karşılaştığım insanlarda ve durumlarda aynı muameleyi göreceğim korkusunu taşıyorum. İşte bu korku ve kaygı beni özgür olmaktan alıkoyuyor.
Rollo May’in alıntısından hareketle, olasılıkları görebilmek başlı başına bir yetenek. Olasılık olmayınca insan, tek bir hat üzerinde ilerleyen bir tren gibi oluyor. İstediğini değil, mecbur olduğunu yaşıyorsun. Sana dayatılan hayatı, sanki tek seçenekmiş gibi benimsiyorsun. Tek bir seçenek üzerinde gitmek güven veriyor; evet, hayat sıkıcı ve monoton oluyor ama aynı zamanda tanıdık olduğu için kolay geliyor. Oysa olasılıklar ortaya çıktığında, bu kez seçim yapman gerekiyor. Tren raylarından çıkıp geniş bir arazide onlarca alternatif arasında bir yol belirlemek kolay değil.
Kendini sınırsız bir çayırlıkta hayal ettiğinde, ufka baktığında bir bilinmez görürsün. “Nereye gideceğim? Hangi tarafı seçeceğim? Ya yanlış karar verirsem? Ya seçtiğim yol beni tehlikeye atarsa? Ya seçmediğim yol daha iyiyse? Yeterli donanıma sahip miyim? İleride yağmur yağıyorsa? Bir yırtıcıyla karşılaşırsam?” Olasılıkların kendisi bile kaygı yaratır. İnsan korkar. May’in özgürlükten kastettiği tam olarak bu, korkunun ve kaygının insani olduğunu bilmek ama yine de yaşamaktan geri durmamak. Çünkü kendini var edebilmek, ancak olasılıkları görebilmekle mümkün. Bazen bilinçli bir tercihle olduğun yerde kalmayı da seçebilirsin; özgürlük illa bir yere gitmek değildir. Önemli olan, kendini alternatiflere kapatmamak.
Tam da bu noktada “verili yaşam örüntüsü” yani destiny devreye giriyor. Sınırlarını bilmek, kapasiteni bilmek, yeteneklerini bilmek, sahip olduğun kaynakları bilmek… Ne yapabileceğini ve neyi yapamayacağını görmek, olasılıklarının sınırını belirler. Sınırsız özgürlük diye bir şey yok; bu gerçekçi değil. Yapabileceklerimizin ve taşıyabileceğimizin bir sınırı var. Gerçek özgürlük, kendini tanımak, imkânlarını görmek ve en önemlisi bunları kabul etmekten geçer. Yani verili örüntüyle kavga etmek yerine, onu içselleştirerek yaşamın gerçek zemini haline getirmek gerekir.
b. Özgürlüğün İkiyüzlülüğü
Sayfa 31
"İşin paradoksu şudur ki; özgürlük hayatiyetini yaşamın verili örüntüsüne (kadere), yaşamın verili örüntüsü (kader) ise anlamını özgürlüğe borçludur. Yeteneklerimiz, doğuştan gelen niteliklerimiz (gifts) bizde emanettir; ölüm, hastalık ya da üzerinde doğrudan hiçbir kontrolümüzün olmadığı sayısız hadiseden biri tarafından her an geri alınabilirler. Özgürlük, yaşamlarımız için işte bu denli elzem, ama bir o kadar da pamuk ipliğine bağlıdır."
Yorumum
Rollo May’in özgürlük ile benim “yaşamın verili örüntüsü” dediğim –onun terminolojisiyle kader (destiny)– arasındaki ilişkiyi defalarca vurguladığını görüyoruz. Bu bölümde May’in “talent” ve özellikle “gift” kelimelerini nasıl kullandığına dikkat etmek istiyorum. “Gift” sözcüğü hem armağan hem de doğuştan gelen yetenek veya nitelik anlamına gelir.
May’e göre özgürlüğümüzün sınırları vardır ve bu sınırlar doğuştan sahip olduğumuz özellikler, kapasitemiz ve yeteneklerimiz tarafından belirlenir. Ne kadar istersen iste, gerekli fiziksel kapasiteye sahip değilsen 100 metreyi 9 saniyede koşamazsın. Aynı şekilde, istediğin kadar Kıvanç Tatlıtuğ gibi bir oyuncu olmayı hayal et; eğer onun sahip olduğu özelliklerle benzer bir potansiyelin yoksa bu mümkün değildir. Yani neyi yapıp neyi yapamayacağımız büyük ölçüde yaşamın verili örüntüsüne, içine doğduğumuz hayata bağlıdır.
Somali’de, Tanzanya’da, Şili’de, Norveç’te veya Afganistan’da doğan bir kişinin özgürlüğü aynı değildir. Bu farklılık kişisel tercihlerden değil, tamamen verili koşullardan –kontrolümüz dışında olan doğuştan gelen çevresel, kültürel ve biyolojik özelliklerden– kaynaklanır.
Kısacası, kontrolümüzün olmadığı unsurlar hayatımızın nasıl bir yörüngede ilerleyeceğini büyük ölçüde belirler.
c. Terapi: İnsanları Özgür Kılmak
Alıntı
Sayfa 32-33
Ruh sağlığı hareketi, sağlığın tanımını “kaygıdan özgürlük” olarak vurgulamıştır. Ancak, hayatın genel akışında bunun mümkün olmadığını gören insanlar, bu “özgürlüğe” ulaşmanın en hızlı yolunun alkol ve sakinleştirici ilaçlar olduğunu varsaymışlardır. Oysa gerçekten tüm kaygılardan özgür olsaydık, kendimizi yaşamın ve hatta hayatta kalmanın en yapıcı uyarıcısından mahrum bulurduk. Birçok başarılı sayılabilecek terapi seansından sonra, danışan ofisten içeri girdiğinden daha fazla kaygı ile ayrılır; ancak artık bu kaygı bilinçlidir, yapıcıdır, yıkıcı değil. Bu yüzden ruh sağlığının tanımı şu şekilde değiştirilmelidir: Felce uğratan kaygı olmadan yaşamak, ama normal kaygı ile, yani canlı bir yaşamın itici gücü, bir enerji kaynağı ve hayatı zenginleştiren bir unsur olarak yaşamak.
Yorumum
Rollo May, kaygı konusuna büyük önem veriyor ve kaygının kullanılabilir bir şey olduğunu söylüyor. Ona göre içimizde kaygı belirdiğinde bu, aslında olumlu bir işaret. Kaygı, bize bir şey yapmamız gerektiğini haber veren içsel bir uyarı. Peki kaygılandığımda, içimde bir sıkışma olduğunda, ne yapacağını bilmez hâlde üzgün ve hareketsiz kaldığımda ben ne yaparım? Çoğu zaman kendimi oyalayacak bir şeyler ararım. Çünkü bilirim ki yaşadığım kaygı çoğunlukla benim çözebileceğim bir durumdan değil, maruz kaldığım koşullardan kaynaklanır.
Çocukluğum boyunca neredeyse sürekli bir kaygı duygusuyla yaşadım. Beni üzen, yoran, içinden çıkamadığım durumların içindeydim ve bu koşulları değiştirme gücüm yoktu. Çok küçük yaşlarda kaygıyla baş etmek için öğrendiğim yöntem şuydu: Bir an önce kendini oyala. Çünkü ne yaparsam yapayım kaygının kaynağını değiştiremiyordum. Geriye yalnızca zamanın geçmesini beklemek kalıyordu. Nihayetinde kaygı yaratan şey ya unutuluyor ya da başka bir olay yaşanıp üzeri kapanıyordu.
Bu tekrar öylesine sık yaşandı ki, zamanla kaygıyla baş etmenin tek yolu oyalama davranışına dönüştü. Kaygı, bir an önce atılması gereken bir duygu haline geldi. Alkol ya da uyuşturucuya yönelmedim ama kendimi televizyonla, kitaplarla, sporla sakinleştirmeye çalıştım. Kaygısıyla baş etmek için çok daha ağır yöntemlere başvuran insanları da tanıdım.
Bu nedenle, kaygıyı May’in ifade ettiği gibi “yaşamın ve hatta hayatta kalmanın en yapıcı uyarıcısı” olarak görmek, benim gibi biri için uzun süre mümkün değildi. Kaygıyı bilinçli ve üretken bir hale getirmek; felce uğratan bir duygudan canlı bir yaşamın itici gücüne dönüştürmek kolay bir iş değil. Asıl yapılması gereken sağlıklı bir hayat kurmak için kaygıyı yıkıcı değil de yapıcı hale getirmek. Bu nasıl yapılır Rollo May şimdilik bir ipucu vermiyor. Daha sonraki başlıklarda kaygı konusunu derinlemesine ele alacağını düşünüyorum.
Alıntı
Sayfa 33-34
Psikoterapinin amacının insanları özgürleştirmek olduğunu öne sürüyorum. Mümkün olduğunca, ister psikosomatik belirtiler (örneğin ülser gibi), ister psikolojik belirtiler (örneğin aşırı utangaçlık gibi) olsun, bu semptomlardan özgür kılmak. Mümkün olduğunca, çalışma bağımlılığı, çocuklukta öğrenilmiş kendine zarar verici alışkanlıkları sürekli tekrarlama zorunluluğu ya da kendilerine sürekli acı çektiren ve cezalandıran karşı cins partnerleri seçme zorunluluğu gibi dürtülerden kurtarmak.
Ama her şeyden çok, terapistin temel görevinin insanlara kendi olasılıklarının farkına varma ve onları deneyimleme özgürlüğünü kazandırmak olduğunu düşünüyorum. Başka bir yerde belirttiğim gibi, psikolojik bir sorun bir insan hasta olduğunda yaşadığı ateşlenme (fever) gibidir; kişinin iç yapısında bir şeylerin yanlış gittiğini ve hayatta kalmak için bir mücadelenin sürdüğünü gösterir. Bu da bize şunu kanıtlar: başka bir davranış biçimi mümkündür. Eski düşünme biçimimiz — yani sorunlardan mümkün olan en kısa sürede kurtulmamız gerektiği inancı — en önemli gerçeği gözden kaçırır: Sorunlar, yaşamanın doğal bir parçasıdır ve insan yaratıcılığının temelidir. Bu, ister bir şey inşa ediyor olun ister kendinizi yeniden inşa ediyor olun, her durumda geçerlidir. Sorunlar, kullanılmamış içsel potansiyellerin dışa vurumudur.
İnsanlar haklı olarak terapiste gelirler, çünkü içsel olarak köleleştirilmişlerdir ve özgürleşmeyi arzularlar. Ancak asıl önemli soru şudur: Bu özgürlük nasıl elde edilecektir? Kesin olan şu ki, tüm çatışmaları mucizevi bir şekilde ortadan kaldırarak değil.
Yorumum
Burası gerçekten çok güçlü bir bölüm. Rollo May neredeyse her cümlede can alıcı bir nokta yakalamış; okurken her satırın altını kalın kalın çizmek istedim.
Psikoterapinin amacını “insanı özgürleştirmek” olarak tanımlıyor. Peki insandan neyin özgürleştirilmesi gerektiğini söylüyor?
Öncelikle semptomlardan; ardından dürtülerin esaretinden… Ama bununla sınırlı değil: İnsanlara kendi olasılıklarının farkına varma ve bu olasılıkları deneyimleme özgürlüğünü kazandırmak gerektiğini vurguluyor.
May’e göre psikolojik sorunlar, tek başına birer hastalık değil; tersine, yolunda gitmeyen bir şeyi işaret eden belirtileri. Kişiye başka bir davranış biçiminin mümkün olduğunu, yaşamın mevcut hâlinin tek seçenek olmadığını gösteriyor.
Sorunların hayatın doğal bir parçası olduğunu, hatta insan yaratıcılığının temelinde yer aldığını söylüyor. Ona göre problemler, “kullanılmamış içsel potansiyellerin dışa vurumudur.” İnsanlar bu potansiyellerle temas edemedikleri için içsel bir kölelik yaşarlar ve doğal olarak özgürleşmeyi arzu ederler.
Rollo May, tüm bu görüşleriyle özgürleşmenin yaşanabilir bir hayatın ön şartı olduğunu ısrarla vurguluyor. Kendi olasılıklarına açılmadan, kendini gerçekleştirmeden, verili örüntüyü anlamadan ve ona bilinçle karşılık vermeden hayatı “doğru dürüst” yaşamak mümkün değil.
Sayfa 35
Alıntı
Bir insan özgürlüğünü kaybettiğinde, onda bir uyuşma (apaty) gelişir. Kölelik dönemindeki siyahilerde olduğu gibi… ya da yirminci yüzyıldaki insanlarda gördüğümüz nevroz veya psikoz biçiminde. Bu durumda kişinin hem diğer insanlarla ilişki kurma becerisi, hem de kendi iç doğasıyla bağlantısı orantılı biçimde azalır. Kierkegaard’ı izleyerek, nevroz ve psikozu iletişim kuramama hali, “içe kapanma”,("shut-up-ness,") başkalarının hislerine ve düşüncelerine katılamama ya da kendini başkalarıyla paylaşamama durumu olarak tanımlayabiliriz. Dolayısıyla, kendi kaderine (yaşamın verili örüntüsüne) kör olan kişinin özgürlüğü de güdük kalır. Bu psikolojik bozulma hallerinin kendisi bile bize özgürlüğün insan için ne kadar temel bir nitelik olduğunu gösterir. Özgürlüğü elinden aldığınızda, mağdur olan kişide radikal bir çözülme meydana gelir.
Yorumum
Rollo May bu paragrafta “Bir insan özgürlüğünü kaybettiğinde, onda bir uyuşma (apaty) gelişir.” diye yazmış. Bu cümle bende bir iki konu hakkında kafa yorma ihtiyacı oluşturdu. İnsan özgürlüğünü nasıl kaybeder? Neden kaybeder? Üstelik “kaybetmek” derken, bu ifade insanın bir zamanlar özgür olduğu izlenimini veriyor. Oysa bence Rollo May’in burada kullandığı ifade tam olarak isabetli değil. Çünkü insan zaten özgür doğmuyor; aksine, daha başından itibaren bir tür içsel köleliğin içine doğuyor. May’in de sık sık belirttiği gibi, yaşamın verili örüntüsü (destiny) tarafından kuşatılmış hâlde dünyaya geliyoruz.
Özgür olan insanlardan bahsedeceksek bu kişilerin, kendini tanıyan, yıkıcı kaygıya sahip olmayan, yargılanmadan büyüyen, koşulsuz sevilen, tüm özellikleriyle kabul edilen insanlar olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Ben bu ideal durumun sadece çok küçük bir azınlığın deneyimleyebildiği bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Yani ideal bir dünyada büyüyen bu az sayıdaki kişinin hikâyesi çoğunluğun gerçeğini yansıtmıyor.
Asıl mesele, büyük çoğunluğun travmalarla, zorluklarla, yargılanmalarla, düşük psikolojik sermaye ile dünyaya gelmesi. Bu insanlar özgürlüklerini kaybetmiyorlar; çünkü zaten özgür başlamıyorlar. Onlar, ancak bir noktada özgür olmadıklarını fark etme şansına sahip olabiliyorlar.
Rollo May’in psikolojik sorunları “ateş”e benzetirken kastettiği tam olarak bu. Yüksek ateşi fark ettiğinde iki yolun vardır: Ya kendini tedavi etmeye çalışırsın ya da bu ateşle bir şekilde hayatta kalmanın yollarını ararsın. Etrafımız, bu yüksek ateşle idare etmeye çalışan insanlarla dolu. İşte bu yüzden iş yerinde, okulda, sosyal hayatta her gün huysuz, tepkisiz, kırılgan, kişiliksiz, sorunlu, sıkıcı ya da tahammülü zor insanlarla karşılaşıyoruz. Hepsi kendi yüksek ateşiyle yaşamaya çalışıyor.
Özgür olmadığını bilmeyen ama bir şeylerin ters gittiğini hisseden kişiler ise bir uzmanın desteğine ihtiyaç duyuyorlar. Bu nedenle bence mesele “özgürlüğümüzü kaybetmek” değil; özgür olmadığımıza dair semptomlar yaşamak ve bunun farkına varmak. May’in ifadesiyle, özgür olmadığımızda içimizde bir “apati” gelişir: Duygusal donukluk, ilgisizlik, hissizlik… Heyecanlanamazsın, sevincin silikleşir, üzüntün bile zayıflar. Eğer kendine bakıp bu belirtileri görüyorsan, bu özgürlüğünün budanmış olduğunun bir göstergesidir.
Kendi adıma, kaygılı bir çocukluk geçirdiğim için kendimi hiçbir zaman özgür hissetmedim. O kadar baskılayıcı bir ortamda büyüdüm ki kendim olma ihtimalim neredeyse yoktu. Başkalarıyla ilişki kurma becerim de, kendi iç doğamla bağlantım da zamanla zayıfladı. Acı ama açık bir gerçek: Başkalarının duygularına katılmakta zorlanıyorum ve kendimi başkalarıyla paylaşmakta da zorluk yaşıyorum. Yaşadığım ilişkilerin niteliğinden sık sık şikâyetçi oluşumun nedeni de bu. Sorunun bende olduğunun farkındayım ama ne yazık ki yalnızca bende değil; karşılaştığım pek çok insanda da benzer yaralar var. Bu yüzden sahici ve doyurucu ilişkiler kurmak çok zorlaşıyor.
Son olarak, Rollo May’in “kader” (destiny) kavramına geri dönersek… Şöyle diyor: “Kendi kaderine—yani yaşamın verili örüntüsüne—kör olan kişinin özgürlüğü de güdük kalır.” Buradaki “truncated” kelimesi kesilmiş, budanmış, eksik kalmış anlamına gelir. May’e göre özgürlüğümüzün budanmasının sebebi, içine doğduğumuz verili örüntüyü göremememizdir. Eğer dünyaya gelişiyle birlikte bize verilmiş olan koşulları—iyiliğiyle kötülüğüyle, acısıyla sevinciyle, doğru ya da yanlış diye etiketlemeden—olduğu gibi görebilirsek, o zaman özgürleşmeye başlarız.
May aslında şunu söylüyor: Özgür değilsin; bunun nedeni de içine doğduğun dünyanın kendisi. Bu dünyadan ortaya çıkan sonuç budur; ne fazlası ne eksiği. Geçmişini istediğin kadar eleştir, kız, öfkelen, yargıla ya da küfret; hiçbir şey değişmez. “Bu malzemelerden bu yemek çıkar” diyor. İçine doğduğun örüntüyü olduğu gibi gördüğünde ve kabul ettiğinde, işte o zaman özgürlüğün kapısı aralanır.
Alıntı
Sayfa 38
"Psikanaliz —ve her iyi terapi— kişinin özgürlük deneyimini zenginleştirmek adına, yaşamın verili örüntüsüne (destiny) dair farkındalığını artırma yöntemidir.
Eğer özgürlüğe erişeceksek; bunu, yaşamın veril örüntüsü ile yüzleşirken gözünü bile kırpmayan bir cüret ve derinlikle yapmalıyız."
Yorumum
Aynı şeyi tekrar ediyor olabiliriz ama bu nokta gerçekten önemli, çünkü bu bakış açısı insana büyük bir rahatlama sağlıyor. Değiştiremeyeceğin ve kontrol edemeyeceğin şeyleri açık bir şekilde gördüğünde, konumunu buna göre ayarlayabilirsin. Nasıl bir dünyaya doğduğunu fark ettiğinde, sana dayatılan bir hayatı yaşamak zorunda bırakıldığını anladığında, yaşadığın acıların sorumlusunun sen olmadığını ve tüm bunların tesadüfî olduğunu gördüğünde işler değişmeye başlar.
Yaşadıklarını yaşamak zorundaydın; o dönem kontrol sende değildi. Ama bu yaşantıların sende bıraktığı etkiyi yönetmek, dönüştürmek artık senin elinde. Oturup ağlamak hiçbir şeyi geri getirmiyor. Eğer aklını kullanırsan, bir noktadan sonra sana dayatılan hayatın kendi seçimlerinle değişmeye başlayabileceğini fark edersin. Rollo May’in “olasılıklar” dediği şey de tam olarak budur: Olasılıkların ortaya çıkması, artık başkalarının dayattığı hayatı değil, kendi seçtiğin hayatı yaşamaya başlaman demektir. Belki bir süre birilerine bağımlıydın ve başkaları senin hayatını kontrol etti. Ama bir noktadan sonra kendi yaşamını şekillendirebileceğini görmen gerekiyor.
Zaten varoluşçuluğun özü de bu değil mi? Geçmişte aldığımız kararlar bugün nasıl bir hayat yaşadığımızı belirledi. Belki o seçimler özgürce yapılmış seçimler değildi; belki bize dayatılmış rolleri oynadık ve kendimize ait olmayan bir hayatın içinde sürüklendik. Ama bugün buradaysak, bundan sonrası için vereceğimiz kararlar ve yapacağımız seçimler geleceğimizi belirleyecek. Bunun bilincinde olmak zorundayız. Eğer hiçbir şeyi değiştirmezsen bugün ne yaşıyorsan gelecekte de aynısını yaşayacaksın. Bugünkü durumundan memnun değilsen, o zaman bir şeyleri değiştirmen gerektiğini anlamalısın.
******
Bu yazı Rollo May Freedom and Destiny kitabındaki özgürlük ve verili örüntü kavramlarını kendi yaşam deneyimlerimle ilişkilendiren bir okuma sunuyor.
Bir sonraki yazıda, May’in “Tek Adamın Yolculuğu” bölümünde özgürlük mücadelesini bireysel bir hikâye üzerinden nasıl somutlaştırdığını ele alacağım. Sonraki yazıda ele alacağım başlıklar şunlar:
2. Tek Adamın Yolculuğu
a. Terk edilme Korkusu
b Kaderin Kabul Edilmesi
c. Anneyle Yüzleşme
d. Küçük Philip
e. Özgürlüğe Giden yol Olarak Öfke
f. Yeşil Mavi Delikanlı
g. Yalnızlık ve Yeniden doğum








Yorumlar