top of page

Rollo May Freedom and Destiny Özgürlüğe Giden Yanlış Yollar: Yakınlık Olmadan Seks Özgürlük müdür? 8

İki - Özgürlüğe Giden Yanlış Yollar

Bu yazıda İkinci ana bölümün ikinci alt başlığını ele alıyorum. İlk yazıda Özgürlüğe Giden Yanlış Yollardan Narsisizm'i ele almıştık. Bu Bölümde ise yakınlık olmadan yapılan seksi ele alıyoruz. Çok fazla yorumum olmadı o yüzden oldukça kısa bir yazı oldu.

8. Yakınlık Olmadan Seks Özgürlük müdür?

a. Engellerden Özgürlük

b. Duygu Olmadan Duyum

c. Eros’un Yitirilmiş Gücü

sayfa 118-189

Yakınlık (intimacy), iki insanın yalnızca bedenlerini değil; aynı zamanda umutlarını, korkularını, kaygılarını ve arzularını da paylaşmalarıdır. Yakınlık, bizi birbirimize sevdiren küçük jestler ve ifadelerin tamamıdır. Yakınlık, duyumun duygulanıma dönüşmesidir. (Intimacy is sensation blooming into emotion.) Love and Will’da söylediğim gibi: Seks, uyarım ve tepki’den oluşur; ama aşk, bir var olma halidir. Bir ilişki, kişinin kendi varlığını karşısındakine açmasıyla zenginleşiyorsa; kişinin diğerinin hayallerini, rüyalarını ve deneyimlerini duymayı arzulaması ve kendi hayallerini de karşılığında paylaşmasıyla derinleşiyorsa işte o ilişki yakındır.

a. Engellerden Özgürlük

sayfa 191

Böylesi erkeklerde yakınlık korkusunu görürüz; bu korku çoğu zaman kadınlara yönelik genel bir korkularıyla tetiklenir. Kadının onlara çok fazla sorumluluk yüklemesinden, kadının duygularına zincirlenmekten, kadının ihtiyaçlarının kendi alanlarını işgal edeceğinden korkabilirler.

Elbette kadınların da erkeklere karşı benzer korkuları vardır: Erkeğin onları içine alıp yutmasından, kendilerini ifade edemeyecek olmaktan, özerkliklerini kaybetmekten korkarlar—ve bu korkular, yakın zamana kadar kadının “erkeğe tabi olma” rolünü vurgulayan kültürel yapı nedeniyle daha da güçlenmiştir.

b. Duygu Olmadan Duyum

Sayfa 193

Yukarıdaki etkenleri göz önünde bulundurduğumuzda, psikoterapi deneyimlerime dayanarak şunu söylemem sizi şaşırtmamalıdır: Mahremiyet olmadan cinsellik düzeni içinde en iyi işleyebilen insanlar, zaten baştan beri duygu kapasitesi düşük olan kişilerdir. Zaten duygular tarafından serbestçe etkilenmeyen, tepkileri kompulsif ve mekanik olan, zaten yakınlık (intimacy) yaşayabilme becerisi olmayan – kısacası duyarsız bir motor gibi işleyen kişiler, mahremiyet olmaksızın kurulan bir cinsel ilişki düzenini en kolay sürdürebilenlerdir.

sayfa 193-194

Kadınlarla mesafeli ilişkiler yaşayan bazı erkek hastalarda —ki bunlar arasında entelektüeller de az değildir— cinsel açıdan oldukça yetkin olduklarını fark ettim. Yalnızca yakınlık olmadan seks örüntüsünü sergilemekle kalmazlar; aynı zamanda düşünme ve yaşama biçimleri de yakınlıktan yoksundur. Özlemleri, umutları, korkuları öylesine sıkı bir şekilde bastırılmıştır ki neredeyse yok olmuştur. Sonra terapi ilerlemeye başlar. Aniden kendilerini iktidarsız bulurlar. Bu durum onları çok üzer ve çoğu zaman neden bu gelişmeyi bir kazanım olarak gördüğümü anlayamazlar. Çünkü artık içlerindeki bazı duyarlılıkların farkına varmaya başlamışlardır ve artık cinsel organlarını bir bilgisayarı komutlar gibi istedikleri anda yönlendiremezler. Gerçekten sevişmek istedikleri zamanlarla istemedikleri zamanları ayırt etmeye başlamaktadırlar. Bu iktidarsızlık, yakınlık içeren gerçek bir cinsel deneyimin başlangıcıdır. Artık cinsel yaşamları, ilişki temelli yeni bir temel üzerine kurulabilir; artık birer “seks makinesi” olmak yerine birer sevgili olabilirler.

c. Eros’un Yitirilmiş Gücü

sayfa 198

Cinsellik ve onunla birlikte gelen yakınlık, insan varoluşunun öylesine temel bir parçasıdır ki, onları kişinin değerlerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Cinselliği değerlerden bütünüyle kopuk bir şeymiş gibi ele almak, yalnızca özgürlüğün gelişimini engellemekle kalmaz, aynı zamanda cinselliğe ilişkin kültürel sorunu çözülemez hâle getirir. Cinsellikte ahlaki kaygı, hem kendimiz hem de karşımızdaki kişi için sorumluluk almayı kabul etmeye dayanır. Diğer insanlar gerçekten önemlidir; ve bu gerçeğin kutlanması, cinsel birleşmeye kendine özgü coşkusunu, anlamını ve insanı derinden sarsan gücünü verir.

Yakınlık olmadan yaşanan cinsellik, cinselliğin her şeyi haline getirildiği noktada, narsizmin bir ifadesidir. Aşktan kaçış, mitolojideki Narcissus’un güzel Echo’dan kaçışıyla aynı çizgidedir. Paylaşımın olmadığı, yalnızca kişisel uyarıma dayanan cinsellik—ister mastürbasyon yoluyla ister yakınlık içermeyen bir partnerlikle olsun—kişinin kendi uyaranlarına aşırı derecede odaklanmasıdır; tıpkı Narcissus’un durmaksızın suya bakması gibi, kişinin kendi içine bakıp durmasıdır.

sayfa 199-200

Cinselliği yakınlık olmadan yaşamanın gerçek özgürlüğün yolu olduğunu savunanların büyük ölçüde gözden kaçırdığı şey şudur: Cinsellikte özgürlük, yaşamın diğer tüm alanlarında olduğu gibidir; kişi, ancak kendi sınırlarını —yani kendi verili yaşam örüntüsünü— kabul ettiği ölçüde özgürdür.  Cinsel işlevin yaşam içindeki yapısı ve düzeni, bütün olarak ve tutarlı bir şekilde görülmelidir. İnsan ilişkilerinde sorumluluk, sürekli var olan yalnızlığımızdan ve başkalarına duyduğumuz kaçınılmaz ihtiyaçtan doğar; bu durum özellikle cinsellikte çarpıcı biçimde görülür. Ve bu sorumluluk duygusu olmadan gerçek bir özgürlük yoktur. Cinsellikteki özgürlüğümüz, karşımızdaki kişinin ihtiyaçlarına, arzularına ve dileklerine olan duyarlılığımızla birlikte artar. Bu ihtiyaçlar, arzular ve dilekler “verili olanlardır”. Cinsel uyarının gerçek yakınlığa ve sevgiye dönüşebilmesi, hayatın bize kalıcı bir teselli ve sevinç verebilen gizemlerinden biridir.

Her verili yaşam örüntüsü ile yüzleşmede olduğu gibi burada da bir risk vardır. Eğer duyguların varsa, savunmasız olmaya ve incinmeye mahkûmsundur. Ve bazen karşılıksız kalan ya da başarısızlığa uğrayan aşkın acısı, sancısı, hatta ıstırabı, dayanabileceğimizden daha fazla gibi gelir.  Ama bu riski kabul etmek, özgürlüğün —özellikle de sahici bir şekilde sevme özgürlüğünün— bedelidir. Ve kim bu bedeli ödemek yerine bir zombi gibi yaşamayı ister?

Yorumum

İncinmekten kaçmak için duygularla temasın bozulması önemli bir mesele. Üzülmemek için ilişkiye girmekten kaçıyorum. Şu anda yaşadığım şeyin de büyük ihtimalle bu olduğunu görüyorum. Daha önceki deneyimlerim beni yönlendiriyor ve adeta zombileştiriyor.

“Sorumluluk” ile “cinsel ilişki”nin aynı cümlede geçmesi bile çok şey anlatıyor: Yalnızlık, başkalarına duyduğumuz ihtiyaç ve bir ilişki kurmanın gerektirdiği emek… Harcanması gereken bir emek var ve ben bu emeği harcamaya gönüllü değilim. Harcamam gereken enerjiyi ya gözümde büyütüyorum ya da gereksiz görüyorum. Bu bir çelişki. Hem bir kadınla yakınlaşmak istiyorum hem de bu ilişki için gerekli emeği harcamak bana ağır geliyor.

Bir ilişkiye girmek istiyorum ama “doğru kadını” bulamıyorum. Tanıştığım kadınlarda kusur görmeye eğilimliyim. Sonunda tutulduğum kadının ciddi psikolojik sorunları vardı ama ona güçlü bir çekim hissettim. Onunla birlikte olmak için epey emek harcadım. Bu durum, “ilişki için emek harcamaktan kaçıyorum” tespitimle çelişiyor gibi görünüyor. Demek ki hoşuma giden biri olduğunda gereğinden fazla bile çaba gösterebiliyorum. Bu durum kafamı karıştırıyor.

Acaba o ilişkinin geleceği olmadığını bilmek mi beni daha korkusuz yaptı? Asıl korkum ciddi bir ilişkiye girmek olabilir mi? Çünkü fiziksel olarak çekici bulduğum bir kadınla yakınlaşma ihtimali olduğunda, emek harcamaktan kaçınma düşüncesi hiç aklıma gelmemişti.

Buradan şu sonuca varıyorum: Benim temel meselem “emek harcamak” değil. Asıl meselem “korkuyor olmak.” Tekrar ciddi bir ilişkiye girersem ve tekrar kazıklanırsam ne olacak? Birinin daha beni yarı yolda bırakmasını istemiyorum. Yüzüstü bırakılmaktan korkuyorum. Kullanılmaktansa yalnız kalmak daha kolay geliyor.

Bu durumdan kurtulmam gerekiyor. Çünkü ya yalnız kalacağım ya da biriyle ilişki kuracağım. Belki bu ilişki sonucunda yine yalnız kalacağım. Ama bir şekilde kullanılmak, yarı yolda bırakılmak, sırtımdan vurulmak gibi duygularla baş etmeyi öğrenmeliyim. İşte bu korku, beni çok fazla ince eleyip sık dokumaya itiyor. İmkânsızı arıyorum. Bir masal kahramanı arıyorum. Kendimi ulaşılması mümkün olmayan beklentilere sokuyorum ki zaten bulunamayacak biri olduğu için yalnız kalmam makulleşiyor. Oysa bu korkunun üstesinden gelebilsem, gerekli emeği de rahatlıkla harcarım.

Korku var, evet; ama yine de bilinçli bir seçim yapabiliyorsam, korku artık beni yönetmiyor demektir. Korkmama rağmen yaklaşmalı, iletişim kurmalı, duygumu saklamamalı ve kaçmamalıyım. Korkunun etkisini yönetilebilir bir seviyeye indirmeliyim.

Sanırım içimde şöyle bir his var: “Şimdiye kadar yeterince üzüldüm, artık üzülmeyeyim.” Yani sanki üzülme hakkımı doldurmuşum gibi hissediyorum. Bu, mağduriyetin avantajını kullanmaya çalışma hali. Çok çocuksu bir beklenti… Birisi elimi tutsun, beni ayağa kaldırsın istiyorum. Kendim emek harcamayayım, birisi benim için çaba göstersin istiyorum.

*****

Peki ama gerçekten insanların zayıf karakterli olmalarına ne yapacağım? Yıllardır o kadar çok emek harcadım ki artık insanların hatalarını görmeden duramıyorum. İlişki kurduğum insanların kusurlarını hemen fark ediyorum ve bu da beni soğutuyor. Çoğu insanın emek harcamadığını, kendilerindeki hataları düzeltmek için çaba göstermediğini görüyorum. Kendilerini haklı buluyorlar ve değişmeye yönelik hiçbir gayretleri yok. Bu da onları bana karşı itici hale getiriyor.

Karşımdakinin duygusal zaaflarını, çocukluk yaralarını, olgunlaşmamış taraflarını çok çabuk fark ediyorum. Çünkü aynı yollardan ben de geçtim. Onların bugün yaptığı şeyleri yıllarca ben de yaptım ve hâlâ bazılarını yapmaya devam ediyorum. Bu yüzden benim için çok açık olan şeyleri başkalarında görünce hoşuma gitmiyor.

Bir yerlerde benim gibi emek harcayan insanların olduğunu biliyorum ama onları bulmak bana “denizde kum aramak” gibi geliyor.

Loş bir odada yüz yüze duran iki siluet, aralarında çatlaklarla kaplı yarı saydam bir camla ayrılmış. Camda kırık kalp, gözyaşı ve kopmuş zincir sembolleri; arkada gölgede güçsüz bir Eros figürü

Loş bir odada, birbirine yaklaşmış halde duran iki insan silueti görülüyor. Bedenleri neredeyse temas edecek gibi olsa da aralarında kalın ve yarı saydam bir cam duruyor. Camın yüzeyi çatlaklarla dolu; bu çatlakların üzerinde kırık bir kalp, gözyaşları ve kopmuş bir zincir gibi duygusal semboller belirginleşiyor. Bu semboller ilişkinin yaralarını, kırılganlığı ve kopukluğu temsil ediyor. Arka planda, gölge gibi beliren güçsüz bir Eros figürü bulunuyor. Eros’un soluk ve edilgen görünümü, cinselliğin yakınlıktan ve duygusal bağdan koptuğu bir dünyayı simgeliyor. Tüm sahne, iki bedenin fiziksel yakınlığının aslında duygusal bir uzaklıkla kesildiğini anlatan ağır ve melankolik bir atmosfer taşıyor.


Yorumlar


Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, Okunduğu Gibi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page